Sesimi duyan var mı?
Özge Yetişmişoğlu'nun "Sesimi duyan var mı?" başlıklı yazısıdır.
6 Şubat‘tan beri hayat durdu. Tarih orada asılı kaldı, ruhumda ilerlemiyor. 10 şehrimizi vuran deprem felaketi yüreğimizi yerinden söktü.
Felaketi yaşayan 13 milyonu aşkın insanımızın dışında, yani o gece o kâbusunun dışında kalan milyonlarca insanın da günlerdir ciğeri yanıyor cayır cayır…
Ortaya çıkan manzara, bir bilim kurgu filmi sahnesi değil, bilgisayar oyunu da… Acı gerçeğin ta kendisi.
Adeta bisküvi gibi unufak olmuş binaların içinde sönen yaşamları düşündükçe deliye dönüyor, günlerce enkaz altında sesini duyurmaya çalışan insanların işitmediğim halde çaresiz feryatlarını hissettikçe öfkeden çıldırıyorum. Güç bela canını kurtarabilmiş olanların hayatta ve ayakta kalma mücadelesini gördükçe kendimi yerden yere vuruyorum. Kendi halimizde yapabildiğimiz yardımlar dışında elden bir şey gelmiyor oluşuna da isyan ediyorum.
Empati yapılabilecek bir şey değil bu. O sarsıntıyı yaşamadan, içinde bir yaşam kurup sığındığınız, “yuvam” dediğiniz binanın kulakları sağır edecek çatırtılarla başınıza yıkıldığı anı yaşamadan, nefes almanın bile imkansızlaştığı daracık yaşam alanlarında hasbelkader hayata tutunmuş olarak bir kurtarıcı beklemenin ne demek olduğunu uzaktan sen, ben bilemeyiz. Sesini duyuramamanın yarattığı korkunç hissi anlama ihtimalimiz sıfır.
Yavrusuna siper olup onu korumak için canından vazgeçmiş annenin o anlarda yaşadığı tarifsiz korkuyu empati yaparak hissedemeyiz.
Enkaz altında kalarak can vermiş kızının, beton arasından sarkmış buz gibi elini bir türlü bırakamayan babanın yürek yangınını tahayyül edemeyiz.
Annesiz babasız kimsesiz kalmış bir miniğin çaresizliğini aklımız almaz. Eşini çocuklarını kaybetmiş bir adamın yaşama tutunmak için ne gibi bir sebep bulacağı konusunda fikir yürütme şansımız yok, yok… Enkazdan gelen “yardım edin” feryatlarına hiçbir şey yapamayan insanların çaresizliğini ve belki de ömür boyu hafızalarından silemeyecekleri o seslerin ortaya çıkardığı travmayı aklımız, havsalamız a-la-maz!
Tecelli eden yıkımların yarattığı tesellisi olmayan acıları, “yaralarımızı beraber saracağız” diyerek öyle ha deyince yenemeyiz. Yıkılan evleri yeniden inşaa etsek de, kimsenin evladını, annesini, babasını, kardeşini, eşini, doğmamış bebeğini geri getiremeyiz. Paramparça olmuş hayatları kendimiz parçalasak da eski haline getiremeyiz.
Şu bir gerçek ki, tüm ülke 6 Şubat itibariyle artık bir cenaze evine dönüşmüştür. Bu yas, ne zaman kalkar ülkenin üzerinden bilmiyorum. Ama ben hiç tanımadığım insanların acılarını kalbimde çok uzun süre taşıyacağım kendimce…
Çok fazla acı çekiyorum ve biliyorum ki, çok fazla insan da benimle aynı şeyleri hissediyor. Söylenecek çok şey var, isyan edecek çok sebep, çok kişi… Tek başıma isyan etsem, sokağın ortasında avazım çıktığı kadar bağırsam belki dikkat çeker ama nihayetinde deli damgasını yerim. Ama evet, işin doğrusu şu ki delirmek üzereyim!
Bu ülkenin bir ferdi, bir kadın, bir anne ve son derece haklı olarak soruyorum. Yaşadığımız bu deprem coğrafyasında her gece yatağa boynumuzda asılı düdükle, ayak ucumuzda su, bisküvi ile, saatlerce uykusuz kalarak tavanı seyretmekle, bu ruh haliyle, bu korkuyla ne kadar yaşayacağız?
Bir yanda ağır yaralı şehirler, diğer yanda benzer şekilde ağır yara alması muhtemel şehirler var. Ülkenin vaziyeti budur ne yazık ki…
Peki biz daha ne kadar yıkılacağız?
Daha ne kadar paramparça olacağız?
Daha ne kadar kadercilik oynayacağız?
Daha ne kadar önlem almadan yaşayacağız? Soruyorum!
İçinde bulunduğumuz binalar kaç şiddetinde bir sarsıntıya kadar dayanıklı?
Zemin ne durumda? Güçlendirme yapılmalı mı?
Yapılacaksa maliyeti nedir?
Tahmini bu ne kadar bir süreç alır?
Önümüzdeki depremlere yetişir mi mesela?
Fay hatlarının geçtiği yerler belliyken, ivedilikle buralarda bir çalışmanın çoktan başlaması gerekmez miydi? Bu konuda uzman yetkililer, deprem profesörleri bas bas “Marmara” diye bağırırken neyi bekliyor?
Göçük altında “imdat” diye feryat etmemizi mi? O da hayatta kalabilirsek tabii. Neyi bekliyorsunuz Allah aşkına ya?
Ülkenin dört bir yanının enkaz altında kalmasını mı?
Bakın ölmek mesele değil. Hepimiz Hakk’a yürüyeceğiz bir gün, bir sebeple… Ancak Yüce Yaradan, “kadere inanın“ derken; aynı zamanda onu bizim gayretimize bağlamış, öyle değil mi?
Göz göre göre, hani derler ya “pisi pisine ölmek“ benim kaderim olmamalı bu hayatta güzel kardeşim.
Eee o halde gayret nerede? Harekete geçmek için ne bekliyorsunuz?
Zemin etüdü istiyorum, bina etüdü istiyorum, güçlendirme istiyorum, bir nebze huzurla uyumak istiyorum. Gerekirse uzun süre konteynırlarda yaşayalım, ama yeniden kentsel dönüşüm yapılsın istiyorum.
Her gece tavana bakıp, sarsıntı başladığında ilk hangi çocuğumun odasına koşacağım, ya birine koşarken diğerine geç kalırsam, ya ikisine de yetişemezsem, onlar ölür ben kalırsam, ben ölürüm onlar kalırsa, kolum kopar mı bacağım kesir mi, hayatta kalırsak ya sesimizi duyan olmazsa gibi histerik bir psikoloji ile ne kadar sağlıklı bir yaşam süreceğiz lütfen bir şey söyler misiniz?
Bu ruh haliyle nasıl çalışacağız, nasıl üreteceğiz, nasıl normal bir insan gibi hayatımıza devam edeceğiz?
Bu bir panik hali değildir. Bu yalnızca hayatımızı bir nebze de olsa güvenle sürdürülebilir hale getirmek için haklı bir yakarıştır.
“Kaderimizde depremde ölmek varsa öleceğiz ne yapalım” demeyeceğim. Ben sadece önlemimi alıp, bu felaket başıma geldiğinde gönül rahatlığıyla Yaradan’a sığınmak istiyorum.
Söyleyin, çok şey mi istiyorum?
Şimdi satırlarımı bitirirken biraz sessizlik rica ediyorum hepinizden. Çünkü tam şu an, burada, henüz göçük altında kalmamışken, var gücümle, tüm nefesimle bağıracağım.
SESİMİ DUYAN VAR MIIIIII?
Değerli Hanımefendi, yazdıklarınızın tamamı herkesin bildiği şeyler.
ben kendi adıma konuşursam farkınız, işiniz ya da eğitiminiz gereği olsa gerek kendinizi ve duygularınızı çok güzel ifade etmiş olmanız.
ancak,
ne yazık ki çözüm önerileri sunmadan, dönüşümler, yenilemeler ve güçlendirmeler konularında halkı ikna etmeden. bunlar için gerekli kaynağı, yani değirmenin suyunu göstermeden,
en önemlisi de bu kadar büyük ve önemli konularda BİRLİK! BİRLİK! BİRLİK! olamadan, bazı şeyleri sürekli tekrarlamanın bir faydası olmuyor.
mesela,
TOKİ soygununa son!
KENTSEL DÖNÜŞÜM istemiyoruz!
İMAR AFFI genişlemeli!
gibi söylemler deprem öncesi çok yaygındı maalesef..!
bunların nerden çıktığını ve kimler olduklarını ben halkımızın ferasetine bırakıyorum…