Kaybedilen her zaman maç değildir

Twente maçının fiziksel ve muhakkak psikolojik yorgunluğu içerisinde, cebimizdeki son parayı da bilete yatırarak gittik çoğumuz “belediye” maçına. Bazı maçları kaybedeceğini bilirsin. Bu maçlar ne önemli maçlardır ne de istenilen maçlardır. Bursaspor’un oynadığı her maç önemlidir, armanın olduğu her cephe.. O başka. Şehir nüfusunun en önemli çoğunluğunu işçilerin, öğrencilerin oluşturduğu bir yerde bilet fiyatlarını “Avrupa” maçına oranla yüksek tutmak daha önce açıklama yapılmasına rağmen insanların katılımını azaltır. Bu durum, yöneticilerin Bursaspor’a bakış açılarının bizimkiyle aynı olmadığını hatta yöneticilerin “bizden” ol(a)madığını tekrar gösterir, gösterdi. Teknik ve taktik bilgimin olmasına rağmen bu konuda yorum yapmaktan yada bunları yazıya dökmekten genelde hoşlanmam. Yine de maddi yaralara, yönetimsel eksikliklere rağmen açık kale arkasının bi hayli dolu olması birçok şeyin özetiydi aslında.

 

Neyse konumuz bu değil, konumuz Muhammed? Muhammed mi kim? Maçın bitimine 5 dakika kala pankartları toplamak için tribünden zemine inişime “özel güvenlik amiri” izin vermedi. Her maç inmemize rağmen “yasak” dedi. Belki de yan hakemin bu kadar hata yaptığının O da farkındaydı.

 

Maç bitimiyle birlikte ben de zıpladım pankartları toplamaya. Ama bu sefer ne “Ankaragücü” pankartını çok iyi düşünmüşsünüz diyen teyze vardı, ne de “antifa” pankartını çocuğuna götürmek isteyen amca… Ya paraları yetmemişti yada “tepki” olarak maça gelmemişlerdi. Pankartları toplamaya devam ederken pankartın bi kısmına dayanmış polisleri gördüm hepsinin de kelepçeleri bellerindeydi, silahları bir yanlarında, bibergazları diğer yanlarındaydı. Bir an yeşil zeminle onları eşleştiremeye çalıştım sonra da bunu düşünmekten vazgeçtim. O sırada 9-10 yaşlarında yeşil tişörtlü esmer bi çocuk bantları sökerek bana yardım ediyordu. Tam başını okşarken babası “bırak oğlum, sen gel” dedi Muhammed’e. Adının Muhammed olduğunu da tam o an öğrendim. Muhammed bana bakarak mesaisi biten babası ve arkadaşlarıyla orta kapıya doğru yürüdü. Tam bütün pankartları topladık, stadı terkediyoduk kapının önünde “yağmur yağarsa bundan şapka yaparım” diyen Muhammed’i gördüm tekrar. Gazetenin yeşil-beyaz kısmını şapka yapmıştı Muhammed, bir şeyler anlatıyordu babasına ve arkadaşlarına. Biz stadı terkederken onlar da bizimle birlikte çıkıyolardı.. Göbeğine dokundum, “görüşürüz Muhammed” dedim. Babasının “hadi oğlum” sözüyle yeşil-beyaz şapkasını düşürdü Muhammed. Sonra yollarımız ayrıldı tabi. Maçı kaybetmek, puanı orda bırakmak pek koymadı ama Muhammed’i kaybetmek çok koydu bana. Bu durum, ne benim, ne Muhammed’in ne de babasının suçuydu. Keşke düzen, insanları bu denli ayrıştırmasa..

 

Neyse dediğim gibi kaybedilen her zaman maç değildir. Ben seni hep Muhammed olarak hatırlayacağım çocuk.. Ama sen de adımı bilmesen bile “Bursaspor taraftarını” hep iyi hatırla.

 

Sags

Bir yorum yazın

Kayıtlı bir kullanıcıyı yorumunuza etiketlemek(mention) için yorumunuzun içerisine örnek @bursasporluyuz şeklinde kullanıcı adını yazabilirsiniz.

Başa dön tuşu